El Alem ve Otantik Varoluş Üzerine
Heidegger'ın varoluşsal keşfinde, el alem ve otantik arasında gidip gelmek, sürdürülebilir bir gerçeklik arayışına dönüşmektedir. Farkındalığın, kendi varlığını anlamanın anahtarı olduğunu keşfetmek, Sartre'ye selam durarak, içten gelen bir yolculukta nesneleşmeden kaçınmak üzerine.
Uzm. Psikolog Yiğit Gürdal
3/1/20242 min read
Var olmanın iki şekli olduğundan bahseden Heidegger, Das Mann (el alem) ve/veya Eigenlichkeit (otantik) kavramlarından bahsetmişti. Bir var olma hali ne derecede hangisine girer bunu anlamanın en iyi yolunun kişinin deneyimine ne derecede sahip çıktığı ile beraber ele alınması vurgulamıştı.
Bu konuda her şeyden önce anlaşılması gereken husus daha önce de vurguladığım şekliyle bu iki tutumun idealize veya devalüe edilmemesidir. Otantik olarak bir tavır takındığım anlarımı aklıma getirdiğimde çok daha canlı hissettirdiğini söyleyebilirim ancak bu durumun durmaksızın sürdürülebilirliği ile ilgili çok ciddi çekincelerim var, kişi sürekli otantik bir tavır takındığını düşünüyorsa otantik tutumu fark edemeyecek hale gelecektir. Farkındalık olmaksızın, eigenlichkeit kavramından söz edilemez.
Deneyimime sahip çıkmak, onu “kabul” etmek, benim yaşamıma ve hayata bakışıma etkilerine yakından bakmak anlamına gelmektedir fakat burada değinmek istediğim mesele kişinin bu hususlar ile yakınlaşmadan önce deneyimi nasıl ele alması gerektiğini bilmesi gerekliliğidir. Kişi yaşadığı şeyleri geçmişe dönük olarak anlamlandırabilir çünkü hayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlamlandırılır (S. Kierkegaard). Otantik olacağım şeklinde kendine telkin verdiği müddetçe kişinin kairosu (içsel zamanı) kendisine bakmasının önüne geçecektir. Tam olarak burada bahsetmemiz gereken filozof Sartre’dir. Otantik veya El Alem etkisinde tavrımı seçmek isteyebilirim fakat bu iki kavram da Sartre’ci anlamda nesneleştirici bir bakış şeklinde dışarıdan içeriye yönelik olmamalıdır.
Kierkegaard’cı bir yerden, iman kavramıyla benzer şekilde düşünülmelidir. Kişi deneyimine yaklaştıkça, varsayımlarının nefesini hissetmeye başladıkça ve bu deneyimlerin dört dünyasındaki varoluşlarını nasıl etkilediğini fark ettikçe, spontane bir şekilde deneyimine sahip çıkan bir konuma yaklaşacaktır. Kısacası içeriden dışarıya doğru bir süreç olarak düşünülmelidir.
Peki ya bu şekilde olmadığında, kişi deneyimine sahip çıktığında kendinden ve gerçeklerden uzaklaştığını hissediyorsa ne olur?
Varoluş özden önce gelir (J.P. Sartre), sahip çıkmaya başlamadan hemen önceki kişiden uzaklaşılmış, kişi değişken ve özgür doğasını transandantal egosunu (aşkınlık) deneyimlemiş olur. Zemin tekrar bozulmak üzere inşa edilmeye hazırlanır.