Kötü İnanç Üzerine
Sartre'ın kötü inancının varlığımız ve psikoterapi hakkında söyleyebilecekleri
Uzm. Psikolog Yiğit Gürdal
4/20/20242 min read


Sartre’ın ortaya attığı “kötü inanç” kavramı ile ilgili olan bu yazıyı psikoterapi perspektifinden ele almak isterim. Kötü inanç tanımı aslında insan varlığının ontolojik bir koşulu olan “özgürlük” ile doğrudan ilişkilidir. Kısaca, kişinin kendi özgürlüğünü öyle veya böyle reddetmesini sağlayan bir düşünce şekli olarak tanımlanabilir. İçerisinde “-meli, -malı” geçen neredeyse her tümce aslında kötü inanç barındırır. Özgürlüğümüz bazen sahip olduğumuz bir özellik veya istediğimizde kullanabileceğimiz bir cephane değildir Sartre’a göre. Tam olarak insanın bedeninin olması zorunluluğu gibi bir zorunluluktur, eğer bedenim yoksa benim varlığımdan da söz edilemez. Eğer özgürlüğüm yoksa benim varlığımdan söz edilemez.
Psikoterapi bağlamında kötü inançlarımız terapi sürecinin çoğu zaman merkezinde rol oynamaktadır. Her birimizin kendimizi nasıl da nesneleştirdiği, özgürlüğümüzü inkâr etme çabasını adım adım ortaya çıkartır. Varoluşçu psikoterapi süresince, terapiye başvuran danışan ile terapist arasında gelişen diyaloglar genellikle terapistin fenomenolojik tutumundan kaynaklı bir şekilde danışanın aktif olma yükümlülüğünü hissettiği bir zaman dilimidir. Terapist kendini, bilgilerini, düşüncelerini olabildiğince paranteze alarak başlı başına danışana geniş bir alan açmaktadır. Bu geniş alanda danışan başlarda “kötü inanç”larını ortaya koymaya ve özgürlüğünden nasıl vazgeçmeye çalıştığına ilişkin detaylar vermeye başlar. Terapist kendini parantezde tutarak danışanın süreçlerini olabildiğince detaylı betimlemesini teşvik eder, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Eşitleme ilkesi ile danışanın anlattıklarını bir bütünün eşit derecede önemli parçaları olarak görür ve aslında danışanın da “eşitleme” ilkesini keşfetmesine yardımcı olur. Bu danışanın kendi hayatının 4 boyutunu da duymasına yardımcı olur. Asla yalnızca ilişkilerimizden, bedenimizden, kendiliğimizden veya tinsel inançlarımızdan ibaret olmadığımız düşüncesi bireye hem güven hem de kaygı verir. Nihai koşullarımızla yüzleşmek psikoterapi bağlamında tartışılmayacak bir gerekliliktir, psikoterapi her koşulda kişiyi veya grubu ontolojik gerçeklere yakınlaştırmakla mükelleftir.
Eşitleme adımından sonra “Ufka Yerleştirme” ve “Yorumlama” kısımları ise terapi sürecinin tamamlanmasına farklı şekillerde katkı sağlarlar. Eşitleme adımı dahil psikoterapinin her aşamasında “kötü inanç” ile karşılaşırız. Terapistler yalnızca danışanın değil kendi kötü inançları ile karşılaşırlar. Unutulmamalıdır ki psikoterapinin amacı kötü inançları dağıtan birer savaşçı yetiştirmek değildir, konu motivasyonla veya nesnellikle ilgili de değildir. Psikoterapinin nihai amacı danışanın kendi varoluşuna dair olan bütün koşullarla yüzleşebileceği bir alan yaratmaktır, sahip çıkabilme potansiyellerini keşfetmek ve kişinin kendisine karşı nesnel, ötekine karşı öznel olabileceği bir yaşam deneyimlemesine yardımcı olmaktır. Kişinin kötü inançlarının yerine daha sahiplenici bir yerden hayatla ilişkilenmesi psikoterapi süresince “spontane” gerçekleşmelidir.
Şayet psikoterapist bunu amaç edinirse, kötü inanca kapılmış olur.